Aslen şurada yayınlandı: Jon Snow’un Hikaye Gelişimi
“Jon Snow… Kışyarı Piçi, Sur’un Kara Piçi, Lord Snow, Lord Karga, Gece Nöbet’inin Lord Kumandanı, Warg, Beyaz Kurt, Demir Tahtın Varisi, Kuzeyin ve Üç Dişli Mızrak’ın Varisi.”
Jon Snow, GRRM’in büyük beşlisinden; Kışyarı çocuklarından biridir. Ned Stark’ın piç oğlu olarak bilindiği için Kuzey’de piç olduğuna işaret etmek için “kar” manasına gelen Snow soy ismine sahiptir. 14 yaşına kadar üvey kardeşleriyle birlikte Kışyarı leydisi Cat Stark Tully’nin hoşnutsuz bakışları altında büyür. Daha sonra ise Gece Nöbeti’ne katılarak Kara Kardeşlikten biri olur.
Ailede en yakın olduğu kişi sırasıyla Arya ve Robb’dur. Diğer kardeşlerine de sevgi besler ama onların yaşı çok küçüktür. Arya dışında kız kardeşi Sansa ise ona en uzak olan kişidir çünkü “piç” kelimesinin manasını öğrendiğinden beri belli bir soğukluk ve mesafede yaklaşmıştır.
Arya ile olan ilişkisi diğer kardeşlerine nazaran daha eşsiz ve derindir; bunda ikisinin de ailenin Kara Kurt’u olmasının getirisi vardır; ne Jon ne Arya ailenin beklentilerini karşılayabilecek kişiler değildir. Bu da birbirlerini anlamaya ve desteklemeye iter.
Jon, -Arya hariç- üvey kardeşlerinin görünüşlerinin aksine tam bir Stark renklerine sahiptir ve Lord Eddard Stark’a çok benzer ki Cat Stark’ın ondan daha çok nefret etmesinin sebeplerinden biri de budur.
Gerçekte ise Jon, veliaht prens Rhaegar Targaryen ve Ned’in kardeşi Lyanna Stark’ın (muhtemelen meşru) oğludur. Yani kendisi yarı Targaryen ve yarı Stark’tır. Kim olduğunu öğrenmeleri halinde -tehdit olacağı gerekçesi ile- öldürmek isteyecek bir sürü düşmanı olduğundan dayısı Ned, onu piç oğlu olarak tanıtıp, Kışyarı’na saklamış ve büyütmüştür. Onun kim olduğunu bildiğinden emin olduğumuz bir diğer kişi ise Jojen ve Meera’nın babası Howland Reed’dir. Bir ihtimal Arthur Dayne’nin babası ve abisi ile en küçük kız kardeşi ile Jon’un süt annesi(muhtemelen Wylla) gerçekleri bilmektedir.
Jon genel olarak asoiaf okuyucularının en çok sevdiği karakterlerin başında gelir ve Tyrion’dan sonra en çok POV sahibi karakterdir (Bu yüzden diğerlerinden daha uzun bir yazı sizi bekliyor).
Ayrıca sırasıyla GRRM’in en sevdiği karakterler arasında üçüncü sıradadır. (Bkzn: Tyrion, Arya, Jon) Zaten en çok POV sahibi olmaları da GRRM’in bu üçünü çok sevdiğini göstermek için yeterlidir.
Daha önce hikaye gelişimlerini hazırladığım karakterleri okumadıysanız işte size bir fırsat. Arya Stark’ın Hikaye Gelişimi 1 , Bran Stark’ın Hikaye Gidişatı ve Daenerys Targaryen’ın Hikaye Gelişimi

Şimdi Jon Snow’a başlayabiliriz. İnşallah yazıyı okur ve beğenirsiniz, yorumlarınızı beklerim.
AGoT
Jon’u ilk olarak Bran’ın POV’unda görüyoruz. Yaşı 14. Gözlerinin keskin ve çok dikkatli olduğu için hiçbir şeyi kaçırmadığı, fark ettiğini görüyoruz. Örneğin; ziyafette Joff’un tebessümün altındaki alaycılığı, Cersei’nin gülüşündeki sahteliği çok rahat fark etmişti.
Jon’un ilk POV’unda da savaşçılık yeteneklerinin kardeşlerinden daha iyi olduğunu ve çok iyi bir at sürdüğünü görüyoruz.
Jon’un neredeyse siyaha çalan çok koyu gri gözleri vardı. O gözlerden hiçbir şey kaçmazdı. Robb’la aynı yaştalardı ama bu tek benzer taraflarıydı. Jon, Robb’un kaslı yapısına oranla inceydi. Robb beyaz tenliydi, Jon ise esmer. Jon seri ve zarifti, Robb’sa güçlü ve hızlı.
…
Jon gururla kabardı. “Robb fiziksel olarak benden daha güçlü ama ben çok daha iyi bir savaşçıyım ve Hullen atın üstünde kimseden aşağı kalır yanım olmadığını söylüyor.”
WW saldırısından kaçan ama Nöbetten firar eden Gared, yakalanıp idam edildikten sonra eve dönüşte boğazına geyik boynuzu takılarak ölmüş Ulukurt ve 5 yavru bulurlar. Kurdun ölüm şekli ileride Ned’in ölümüne de işaret etmektedir.
Robb ve Bran yavruları beslemek ister ama Ned, buna razı olmaz. O sırada Jon devreye girerek Ned’i ikna eder ve yavruları alırlar. Yalnız kendisine kurt yoktur, zaten o piç olduğu için 5 yavru olmasında garipsenecek bir şey de yoktur ama biraz ileride, diğer kardeşlerden uzaklaşmış beyaz bir kurt yavrusu bulur; Hayalet. Altı kurt; 2 kız, 4 erkek. Hepsi de Kışyarı çocuklarının sayısı ve cinsiyetindedir. Bu oldukça ilginç bir durumdur. Ulu kurtların 200 yıldır Sur’un güneyinde görünmedikleri için buraya nasıl geldiği de muammadır.
Aslında sizi bilmem ama Jon’un Ned’i ikna etmesi -diğerlerin onca çabasına rağmen başaramaması- onun “ikna yeteneklerini” ilk elden gösteriyor gibime geliyor. İleride ikna ve pazarlık konusunda yetenekli olduğunu göreceğiz.”Lord Stark,” dedi Jon. Babasına böyle resmi hitap etmesi garipti. Bran umutsuzca Jon’a bakıyordu. “Beş yavru var. Üç erkek, iki dişi,” dedi Jon babasına.
“Ne demek istiyorsun?” diye sordu lord.
“Sizin de beş meşru evladınız var. Üç oğul, iki kız. Ulu kurt Stark Hanedanı’nın arması. Bu yavrular sizin çocuklarınız tarafından sahiplenilmek için doğmuş.”
Bran babasının yüz ifadesinin değiştiğini gördü. Kafiledeki adamlar bakışıyordu. Bran yedi yaşında olmasına rağmen ağabeyi Jon’un ne yaptığını anlamıştı. Yavruların sayısı lordun çocuklarına denkti çünkü Jon kendisini hesaba katmamıştı. Kızları ve hatta bebek Rickon’u saymıştı ama kuzeyde gayrimeşru doğan şanssız çocuklara verilen “Kar” soyadını taşıyan kendisini toplamın dışında tutmuştu.
Babaları da Jon’un ne yaptığının farkındaydı. “Kendin için bir yavru istemez misin Jon?” dedi yumuşacık bir sesle.
“Bu ulu kurt Stark Hanedanı’nın sancağını onurlandırıyor,” dedi Jon. “Ben bir Stark değilim baba.”
Lord babaları düşünceli fakat takdir dolu bir ifadeyle baktı Jon’a. Robb çöken sessizliği bozdu. “Ben yavruyu ellerimle besleyeceğim baba. Bir havluyu süte bastıracağım ve yavru oradan emecek.”
“Ben de!” diye bağırdı Bran.
Lord, kararlılıklarını tartıyormuş gibi oğullarına bakıyordu. “Söylemesi kolay, yapması zor,” dedi. “Hizmetkârlarımızın vaktini bu işle harcamanızı istemem. Eğer bu yavrulara bakmak istiyorsanız, bütün işi kendiniz yapacaksınız. Anlaşıldı mı?”

Hayalet’i bulma şeklini de garip görüyorum. Eğer dikkat ederseniz diğerlerinden uzağa gitmiş ki muhtemelen sürünerek ilerlemiştir ama gözleri açık, bir yavru köpek 10 ya da 14 gün sonra gözlerini açar. Diğer yandan Ned, yavrunun kendi gitmesinden ziyade “uzağa bırakılmış” diye tahminde bulunuyor, neden? Biri bu kurtları buraya bırakıp gitmedi ya? Bu, GRRM’in bize bir şey anlatma çabası olabilir mi? Ulu kurt’un buraya biri tarafından kasıtlı getirilip, Starkların bulacakları şekilde bırakmış? Kuzeyin Güçleri?
Ayrıca Hayalet görünüşte en küçükleri, gözleri açık, beyaz bir albino ve kırmızı gözleri var… Theon’a göre en önce bu ölecek çünkü en zayıflarıdır. Lakin en hızlı büyüyen ve en irileri de yine Hayalet oluyor. Yani en güçlüleri. Ulu kurtların kendisi zaten başlı başına bir garip ve gizemli bir şeyleri var ama Hayalet, diğerlerinden de garip ve gizemli. Diğer yandan Jon’un kulakları baya keskin olsa gerek ki kimse bir şey duymaz iken sadece o duydu yahut hayvan, Jon tarafından bulunduğundan emin mi olmak istedi, nedir?
Kurtları bulduktan sonra Stark çocukların warg yetenekleri tetikleniyor. Olağan şartlarda derideğiştiren/warg yeteneği -kişide varsa- çok küçük yaşlarda kendini belli eder, sonradan büyümüş iken çıkmaz.
Köprünün yarısına geldiklerinde Jon aniden durdu.
“Ne oldu Jon?” diye sordu babası.
“Duymuyor musunuz?”
Bran ağaçları sallayan rüzgârı, demir ağacından yapılmış köprüye vuran nal seslerini, aç yavrudan gelen gurultuları duyuyordu ama Jon bambaşka bir şeyi dinliyor gibiydi.
“İşte!” dedi Jon. Hemen atını çevirdi ve tam ters istikamete, köprünün başına doğru koşturdu. Ölü ulu kurdun olduğu yerde atından inip yere çöktü. Bir an sonra, yüzünde bir gülümsemeyle, kafileye doğru geliyordu.
“Diğer yavrulardan uzakta kalmış olmalı,” dedi Jon.
“Ya da uzağa bırakılmış,” dedi babaları altıncı yavruya bakarken. Bu yavrunun tüyleri bembeyazdı. Gözleri kan kadar kırmızıydı. Bran, diğer yavruların gözleri henüz açılmamışken, bu beyaz yavrunun gözlerinin neden açık olduğunu merak etti.
“Bu bir albino,” dedi Theon Greyjoy. Eğleniyor gibiydi. “Bu enik diğerlerinden de önce can verir.”
Jon Kar babasının himayesindeki çocuğa uzun ve soğuk bir bakışla cevap verdi. “Ben senin gibi düşünmüyorum Greyjoy,” dedi. “Bu yavru benim.”
Kral, Kışyarı’na geldikten sonra verilen ziyafette Jon, Cat’in isteği üzerine kıytı köşede; kraliyet ailesinin gözlerinden olabildiğince ırak olabileceği bir yere oturtulur çünkü o bir piçtir ve aynı manasa bir piçle oturmak onlara hareket olacaktır.
Elbet Jon, bu durumdan faydalanır ve istediği kadar içer ve hafif sarhoş olur. Amcası -Gece Nöbeti’inden- Benjen, gelip ona sorular sorar ve sohbete başlar. İş Jon’un Nöbet’e katılma arzusunu söylemesi ile biraz tatsızlaşmaya başlar. Benjen hala çocuk olduğunu ve uygun olmadığını söyler; ileride aşık olup, kendi piçleri olduğu zaman yeniden konuşabileceğini ekleyince Jon öfkelenir ve “asla piç sahibi olmayacağım!” diyerek, ziyafetten uzaklaşır. Hatta bu fikir onu titretir.
Jon, Ned Stark’ın piçi olarak büyüse de ve nispeten diğer piçlere nazaran daha iyi bir hayatı ve imkanları olsa da piç olmanın getirdiği tüm olumsuzlukları; hoşnutsuz sözler ve bakışlarla yaşamak zorunda kalmıştır. Bilhassa Cat Stark’ın 14 sene boyunca oğlana psikolojik şiddet uyguladığını biliyoruz. Jon da kendi yaşadıklarını çocukları yaşasın istemediği için asla bir piç sahibi olmama yemini eder ve zaten Kışyarı’nda bir piç olarak hiçbir geleceği olmadığı için onur sahibi olduğunu kanıtlamak; bir yerlere yükselebilmek için Gece Nöbeti’ine katılmak ister.
“Sur’un ötesinde hâlâ ulu kurtlar var. Keşif gezilerine çıktığımızda onların seslerini duyuyoruz.” Benjen uzun uzun Jon’a baktı. “Sen yemeklerini kardeşlerinle birlikte yemiyor musun?” diye sordu.
“Genelde birlikte yiyoruz ama bu gece Leydi Stark bir piçin kraliyet ailesinin masasına oturmasının hakaret olacağını düşündü,” diye cevap verdi Jon tatsız bir sesle.
…
Geceler boyu, kardeşleriyle yan yana yatarken uyumuyor ve bunu düşünüyordu. Robb bir gün Kışyarı Lordu olacaktı ve emrindeki büyük ordulara Kuzey Muhafızı olarak kumandanlık yapacaktı. Bran ve Rickon onun sancak beyleri olacaklar ve ağabeyleri adına karakolları yöneteceklerdi. Kız kardeşleri Arya ve Sansa diğer büyük hanedanlardan prenslerle evlendirilecek ve kendi kalelerinin hanımları olmak üzere güneye gideceklerdi. Peki, Jon gibi bir piç ne kazanmayı umabilirdi?
…
“Sen daha on dört yaşında bir çocuksun,” diye karşılık verdi Ben. “Bir erkek değilsin. Henüz değilsin. Bir kadınla tanışıp âşık olana kadar neden vazgeçtiğini anlaman mümkün değil.”
“Bunları hiç önemsemiyorum ben,” dedi Jon ateşle.
“Bilseydin önemserdin belki,” dedi Benjen. “Eğer yeminin sana nelere mal olacağını bilseydin, bedeli ödemek için bu kadar hevesli olmayabilirdin oğlum.”
Jon içinde bir öfke dalgasının kabardığını hissetti. “Ben senin oğlun değilim!” dedi.
Benjen Stark ayağa kalktı. “Ne yazık ki değilsin,” diye karşılık verdi. Elini Jon’un omzuna koydu. “Kendi piçlerin olduğu zaman seninle tekrar konuşuruz, bakalım o zaman neler söyleyeceksin.”
Jon titredi. “Benim asla piçim olmayacak. Asla!” Kelimeler ağzından yılan zehri gibi akmıştı.
Aniden masaya bir sessizlik çöktüğünü fark etti. Herkes susmuş ona bakıyordu. Gözlerinin yaşla dolduğunu hissetti. Kendisini ayağa kalkmak için zorladı.
Jon, ziyafetten uzaklaştıktan sonra Tyrion ile tanışır ve kısa bir sohbet sonrası ondan gayet güzel bir tavsiye alır ve bundan sonra bu tavsiyeyi harfi harfine uyguladığından emin olabiliriz.
“Sen Ned Stark’ın piçisin değil mi?”
Jon buz kestiğini hissetti. Dudakları çizgi halini aldı ve hiçbir şey söylemedi.
…
“Sana bir tavsiyede bulunmama izin ver,” dedi Lannister. “Nereden geldiğini, kim olduğunu asla unutma, çünkü etrafındaki kimse unutmaz bunu. Kendi gerçeğini güce çevir. Böylece hakkındaki gerçek asla zayıf noktan olmaz. Gerçeğin senin zırhın olsun ki, kimse seni o gerçeği kullanarak incitemesin.”
Jon kimseden tavsiye alacak durumda değildi. “Sen bir piç olmakla ilgili ne bilebilirsin ki?”
“Babalarının gözünde bütün cüceler piçtir.”
“Sen annenin karnından çıkmış safkan bir Lannister’sın.”
“Gerçekten öyle miyim?” diye sordu cüce alaycı bir tavırla. “Bunu babama da söylemelisin. Annem beni doğururken öldü ve babam asla emin olamadı.”
“Ben annemin kim olduğunu bilmiyorum,” dedi Jon.
“Bir kadın olduğu şüphesiz. Genelde öyle olur.” Cüce acıklı bir gülüşle baktı Jon’a. “Şunu unutma evlat. Bütün cüceler birer piç olabilir ama bütün piçler birer cüce olmaya mecbur değil.” Sonra arkasını döndü ve ziyafete katılmak için salona doğru yürümeye başladı ıslık çalarak. Salonun kapısı açıldığında üzerine vuran ışık avluda kocaman bir gölge yarattı ve bir an için Tyrion Lannister bir kral endamında göründü.
Robert’ın Ned’e çocukları arasında bir evlilik ve Kral El’i teklifi sonrası çocuklar ve Ned mecburen KL’ye gitmek zorundaydı ama Cat ve Robb burada kalacaktır. Ned, Jon’u KL’ye götürmek istememişti; piç olmasının orada kötü dalga konusu olacağını söylemiş (şahsi fikrim Robert ve diğerlerin gözünden uzak tutmak istemiştir. Oğlan Raehgar’ın oğlu sonuçta.) ve Robb ile beraber kalmasının daha iyi olacağını düşünmüştür ama Cat, bu fikre sonuna kadar karşı çıkıp onu burada istemediğini, kendi oğlu olmadığını ifade etmiştir. Üstat Luwin de Benjen’ın Jon’un Nöbet’e katılmak istediğini söylediğini iletince Ned durumu kabul eder.
Fakat garip olan kısım, Ned’in bunu ona söylemesinden sonra (bu kısım bize gösterilmez) Bran’a göre Jon sürekli öfkeli halde etrafta gezer, Bran onu kızdıracak bir şey yapıp yapmadığını bile düşünür. Eğer Nöbet’e katılmak istiyordu ise niye bu kadar öfkeli olduğunu tam anlamıyorum. Muhtemelen geceler boyu bunu düşünmesine ve sarhoş iken ağzından böyle bir talep çıkmasına rağmen içinde bir yerlerde Jon, gönderilmek istemiyordu diye tahmin ediyorum. Ned’in ondan vazgeçtiğini mi düşündü? Cat’e mi sinirlendi gitmek zorunda kaldığı için? Her şey ve fazlası mı? Net bilemiyoruz. Fakat besbelli ki gönlünde, içeride bir yerde tam olarak istediği bu değildi.
Bran komaya girdikten sonra Jon, ayrılma günü gelene kadar onu -Cat yüzünden- ziyaret edemez. Korkarak da olsa içerir girer, Bran’a vedasını yapar ve Cat bilindik tavırlarını sergiler. Jon ve Cat arasındaki gerilimi burada irdelemek yazıyı fazla uzatmaya sebep olacağı için şu başlıklara bakmak faydalı olabilir. Bu kısım Cat’in Jon’a tavrının sebeplerini ortaya koyuyor: Jon Snow ve Catelyn Stark 7 ve aynı başlığın 37. yorumu da Cat’in Jon’a karşı psikolojik şiddetinin izlerini yansıtıyor. Okumanızı muhakkak tavsiye ederim. Jon Snow ve Catelyn Stark 5 37. yorum.
Sahanlığa ulaştığında uzun süre korkuyla bekledi. Hayalet eline burnunu sürüyordu. Bu onu biraz cesaretlendirdi. Gücünü topladı ve odaya girdi… (Cat)Bir kez bile çıkmamıştı odadan ve Jon bu yüzden kardeşini görmeye gelememişti. Ama artık vakit kalmamıştı. Bir an kapıda durdu… Konuşmaya, içeri girmeye korkuyordu.
Jon, Bran sonrası Robb ile de vedalaşıyor ve daha sonra Arya ile vedalaşmaya gidiyor (Sansa ve Rickon ile vedalaşıp vedalaşmadığını bilmiyoruz.). Jon, hediye olarak Arya’ya “İğne”yi veriyor ve KL’ye gittiğinde fiziksel olarak güçlenmesini ve dövüşmeyi öğretecek birilerini bulması konusunda tavsiyeler veriyor. Ayrıca kılıcı iyi saklamasını ve kesinlikle Sansa’ya da söylememesini tembihliyor. İlk kılıç derisini de veriyor; “Düşmana sivri ucu sapla!”
“Farklı yollar aynı kaleye çıkar” sözünün de ileride yeniden buluşacaklarına dair bir işaret kabul edebiliriz.image.jpg500×698 93.3 KBArya’nın, tıpkı Jon’unkilere benzeyen koyu gözleri kocaman açıldı. “Bir kılıç!” dedi, soluğu heyecandan kesilmiş halde.
Kılıcın kını yumuşak gri deriden yapılmıştı. Bir günah kadar esnekti. Jon kılıcı yavaşça kınından çıkarırken, soğuk çeliğin derin mavi pırıltısını görebiliyordu Arya. “Bu oyuncak değil,” dedi Jon. “Tutarken bile çok dikkatli olmasın yoksa kendini kesebilirsin. Kenarları ustura kadar keskin, tıraş olacak kadar.”
“Kızlar tıraş olmaz ki,” dedi Arya.
Jon güldü. “Belki de olmalılar. Rahibe Mordane’in bacaklarını gördün mü hiç?”
Arya da sırıttı. “Üstelik çok cılız,” dedi.
“Sen de öylesin,” dedi Jon. “Bu kılıcı Mikken’a senin için özel olarak yaptırttım. Bu çeşit kılıçları Pentos’ta, Myr’de ve diğer Özgür Şehirler’de kiralık katiller kullanıyor. Bir vuruşta bir adamın kellesini koparmaz ama hızlı olursan, büyük delikler açabilir.”
“Ben hızlı olabilirim.”
“Her gün talim yapmak zorundasın.” Kılıcı Arya’nın eline verdi. Nasıl tutacağını gösterdi ve geri çekildi. “Tutuşu nasıl, dengede hissediyor musun?” diye sordu.
“Sanırım,” dedi Arya.
“İlk ders,” dedi Jon. “Saplamak için sivri ucu kullanmalısın.”
…
Jon kızın saçlarını okşadı. “Seni özleyeceğim küçük kardeşim.”
Arya ağlayacak gibi duruyordu. “Keşke sen de bizimle birlikte gelseydin,” dedi.
“Bazen farklı yollar aynı kaleye çıkar. Kim bilir?” dedi Jon. Kendisini tutacak, üzülmeyecekti. “Artık gitsem iyi olur. Benjen amcayı biraz daha bekletirsem, Sur’daki ilk yılımı tuvalet kabı temizleyerek geçireceğim.”
Arya son bir kez sarılmak için Jon’a doğru atıldı. “Önce kılıcını bırak,” diye uyardı Jon gülerek. Arya kılıcını kenara koydu ve ağabeyinin yüzünü öpücüklere boğdu.
Kuzeye giden uzun yol boyunca, Arya’nın kahkahası ısıttı Jon’un içini.
Tyrion’un Jon hakkındaki şu sözleri Jon’un Sur’a gitme meselesinin gerçekten de tam olarak kendi arzusu olmadığı izlenimini pekiştiren cinsten aslında; her ne kadar onun ağzından böyle bir talep duysak da daha sonraki öfkeli tavırları, bundan pişman olduğunu ve (muhtemelen) babasının onu göndermeyi kabul etmesinin onda terk edilmiş-vazgeçilmiş hissini kamçıladığını söylemek yanlış bir yorum olmayacaktır.
Jon ayrıca Gece Nöbet’inin hiç de sandığı gibi bir yer olmadığını anlamışa benziyor ve Tyrion da bu konuda açık uyarısını yapmaktan çekinmiyor. Jon öfkeleniyor ama sonra sakinleşince durumu kabulleniyor. Bu da Jon’un kendini yalanlarla avutmadığını gösteriyor.
Bu olaydan sonra Jon ve Tyrion arkadaş oluyor.
Jon’un, Gece Nöbetçileri’nin tümünün amcasına benzediğini düşünerek büyük bir yanlışlık yaptığını anlamıştı Tyrion. Yoren ve yanındakiler, Jon için çok sert bir uyanış olmalıydı. Jon için üzüldü. Zor bir hayat seçmişti… Daha doğrusu, onun adına zor bir hayat seçilmişti.
…
“Eskiden Casterly Kayası’nın kuytularında ateşler yakar ve saatlerce alevleri izlerdim. Bunların ejderha alevi olduğunu hayal ederdim. Bazen alevlerin içinde babamın, bazen de kız kardeşimin yandığını düşlerdim.” Jon korkuyla ama büyülenmiş gibi Tyrion’a bakıyordu. Tyrion garip bir kahkaha attı. “Bana öyle bakma piç. Sırrını biliyorum. Sen de aynı şeyleri düşlüyorsun.”
“Hayır,” diye itiraz etti Jon dehşetle. “Ben asla…”
“Hayır? Asla?” Tyrion bir kaşını kaldırdı. “Pekâlâ, Starklar’ın sana olağanüstü iyi davrandıklarına şüphe yok. Leydi Stark’ın seni kendi çocuklarından hiç ayırmadığına eminim. Ve erkek kardeşin Robb sana hep nezaketle davranmıştır. Neden davranmasın ki? Ona Kışyarı, sana da Sur miras kalıyor. Ve baban… babanın seni Sur’a sepetlemesi için yeterince geçerli sebebi vardır sanırım.”
“Yeter,” dedi Jon Kar. Yüzü öfkeyle kararmıştı. “Gece Nöbetçileri’nde hizmet etmek onurlu bir iştir.”
Tyrion güldü. “Sen buna inanmayacak kadar akıllı bir çocuksun. Gece Nöbetçileri, toplumda yeri olmayan atıkların üst üste yığıldığı bir çöplük sadece. Senin Yoren’e ve yanındakilere nasıl baktığını gördüm. O adamlar senin yeni kardeşlerin Jon Kar. Onları sevdin mi? Karanlık köylüler, hırsızlar, kaçak avcılar, tecavüzcüler ve senin gibi piçler Sur’un duvarlarına yığılıp, sütannenin anlattığı hikâyelerdeki canavarları ve yaratıkları bekler. İyi haber, o canavarlar ve yaratıklar gerçekte yok ve görevinizin tehlikeyle uzaktan yakından ilgisi yok. Kötü haberse, orada öylece olmayan yaratıkları beklerken hayalarınız donacak ama çocuk sahibi olmamaya yemin edeceğinize göre bu da dert değil.”
“Yeter, sus!” diye bağırdı çocuk. Bir adım ileri yürüdü. Yumruklarını sıkmıştı ve ağlamak üzereydi.
…
Çocuk matarayı aldı ve bir yudumu boğazından aşağı dikkatlice indirdi. “Hepsi doğru değil mi?” dedi işi bittiğinde. “Gece Nöbetçileri hakkında söylediklerin.”
Tyrion başıyla onayladı.
Jon’un dudakları ince bir çizgi halini almıştı. “Neyse ne. Yapacak bir şey yok.”
Tyrion gülümsedi. “Bu iyi piç,” dedi. “Pek çok adam korkunç gerçekle yüzleşmek yerine, gerçeği görmezden gelmeyi tercih eder.”
Jon, Sur’a geldiği ilk günlerde acı gerçekleri ile yüzleşiyor… Throne, yeni belalısı olarak Sur’da karşısına çıkıyor ve Jon, Sur’daki kimse ile kaynaşamıyor hatta onları hor görüyor ve tiksiniyor; Robb ile kıyaslıyor. Daha önce de diğer piçlere nazaran daha iyi bir konumda olduğunu ifade etmişti, buradaki ilk günlerinde bu çocuklara bakışı da aslında Kışyarı Lordu’nun oğlu olmanın ve imkanlarından faydalanmanın onda yarattığı kibrin sonucu… Lakin çabuk toparlanıyor.
Grenn ve diğerleri, ona saldırdığında Baratheonların eski demirci üstadı Jon’a bir “zorba” olduğunu; diğer çocukların da ondan nefret etmesinin sebebini bu zorbalığın getirdiği korkudan kaynaklı olduğunu yüzüne vurunca Jon da hatasını anlıyor ve onlara daha farklı bir yaklaşım sergileyerek, iyi sıcak ilişkiler kurmaya başlıyor. Böylece tiksindiği ve arkadaşım bile diyemediği bu kişiler onun kardeşleri olmaya başlıyor. Gerçi Grenn’in ileride itiraf edeceği gibi Jon ile ne zaman talim yapsa ondan korkmaya devam ediyordu çünkü Jon, öldürecek gibi saldırıyor.
Jon cephaneliğe giden diğer çocukları takip etti, yalnız yürüyordu. Burada hep yalnız yürüyordu. Eğitim aldığı grupta yirmi kadarlardı ama birine bile arkadaşım diyemiyordu. Çoğu ondan iki üç yaş büyüktü ama biri bile on dört yaşındaki Robb’un yarısı etmezdi dövüşte. Dareon hızlıydı ama kendisine vurulmasından korkuyordu. Pyp kılıcını hançermiş gibi kullanıyordu. Jeren bir kız kadar güçsüzdü. Grenn ağır ve hantaldı. Halder’in darbeleri zalim ve güçlüydü ama karşısındakinin ataklarına bodoslama dalıyordu. Onlarla geçirdiği her dakika biraz daha tiksiniyordu Jon hepsinden.
“Avluda küçük düşürdüğün dört kişi üzerine geldi. Muhtemelen senden korkan dört kişi. Seni dövüşürken izledim. Senin yaptığın şeye talim denemez. Elinde keskin kenarlı bir kılıç olsa hepsi ölü etlerdi şimdi. Bunu biliyorum, sen de biliyorsun, onlar da biliyor. Onlara hiçbir şey bırakmıyorsun. Onları utandırıyorsun. Kendinle gurur duymana neden oluyor mu bu?”
Jon daha ilk günlerde Sur’a geldiği için pişman. Buradan nefret ediyor ve amcasının bir anda soğuk birine dönüşmesi de onu kırmışa benziyor. Onunla Sur ötesine gitmek istediğinde tersleniyor ve o kızgınlıkla Tyrion’un ablası ve babası için söylediği şey aklına gelip Benjen’i de kanlar için ölü hayal ediyor ama hemen pişman oluyor.
Elbette kardeşlerini de özlemeye başlıyor. En yakın dostu Robb’u; küçük oğlanları ve hatta ona soğuk davranan Sansa’yı da ama en çok da Arya’yı… Öyle ki onu tekrar görmek için her şeyini feda edebileceğini itiraf ediyor ve biliyoruz ki kitap sonunda onu kurtarmak isterken öldürülüyor. Yani evet, her şeyini verdiğini söyleyebiliriz.
Benjen Stark kükremişti. “Sen bir çocuksun ve Sör Alliser, Gece Nöbetçileri’ne uygun bir erkek olduğunu söyleyene kadar da bir çocuk olarak kalacaksın. Eğer buraya gelirken, taşıdığın Stark kanının sana kolaylıklar sağlayacağını düşündüysen yanılmışsın. Bütün aile bağlarımızı koparırız biz burada. Babanın kalbimde her zaman yeri olacak ama benim asıl kardeşlerim bu adamlardır.” Elindeki hançerle salondaki soğuk, sert, karalara bürünmüş adamları işaret etmişti.
Amcası atını bir tünele doğru sürerken, Tyrion Lannister’ın Kral Yolu’nda söylediklerini hatırladı ve zihninde Benjen Stark’ın kanlar içinde karda yattığını canlandırdı. Bu düşünce midesini bulandırdı. Ona neler oluyordu böyle? Sonra hücresinin yalnızlığında Hayalet’i buldu. Yüzünü hayvanın kalın beyaz tüylerine gömdü.
Gerçek kardeşlerini özlüyordu. Işıldayan parlak gözleriyle bir parça şeker için yalvaran bebek Rickon’u; en yakın arkadaşı ve bir dakikalarının ayrı geçmediği Robb’u; inatçı, meraklı ve Jon’la Robb’un peşinden hiç ayrılmak istemeyen sevgili Bran’ı. Kızları da özlüyordu. Piç kelimesinin ne anlama geldiğini öğrendiği andan itibaren, Jon’a sadece “üvey kardeşim” diyen Sansa’yı bile özlüyordu. Ve Arya… Kabuk tutmuş dizleri, karmakarışık saçları, sürekli yırttığı kıyafetleriyle, korkusuz, cana yakın, sıska, tatlı küçük Arya’yı, Robb’dan bile çok özlüyordu. Arya da kendisi gibi uyum sağlayamayanlardandı. Ama… o, Jon’u gülümsetecek bir şeyler bulurdu hep. Şu an Arya’nın yanında olmak, saçlarını bir kez daha karıştırmak ve aynı cümleyi onunla aynı anda söyleyebilmek için her şeyini feda edebilirdi.
Gece Nöbetçileri’nin böyle olacağını Tyrion Lannister dışında kimse söylememişti ona. O cüce kuzeye yaptıkları yolculuk sırasında bütün gerçeği anlatmıştı ama çok geçti artık. Babası Sur’un böyle bir yer olduğunu biliyor muydu acaba? Biliyor olmalıydı. Bunu düşünmek canının daha fazla yanmasına sebep oluyordu.